Selamlar okuyucu,
Cumartesi gününün en sıcak anından selamlar hem de. Açılan ilk biranın kıpss sesi tüm yurtta, yavru vatan yeni zelanda ve yurt dışı temsilciliklerde sevinçle karşılandı ve kutlandı. Islak ve terli vücutlarımızla size ucuz seks filmlerini çağrıştıracak olsak da, feriştah yengenin fantezilerinden öteye gidemeyiz. Çünkü dağa çıktık, yorgunuz, seks mi meehh, kan ne beyne ne genital bölgelere gidiyor şu anda. Kan bağımsız Türkiye hesabı.
Tropikal iklime geçtiğimizden beri sabahları erken kalkıp, deniz sabah çarşaf gibiydi diyen insanlara döndük. Bu cumartesi sabahı da farklı bir şey olmadı esasen. Gözümüzü açıp masmavi gökyüzünü görünce hadi dedik deniz kenarına gidelim. Deniz kenarları hep çok güzel değil mi ya, ister hava güzel olsun, ister kötü. Gerçi güzel ya da kötü kime göre neye göre değil mi. Kimisi yağmurlu kapalı havayı sever, kimisi açık, güneşli. Herkesin güzeli, anlayışı kendine. Biz kimseyi kategorize etmeyelim. Misal Apolas Lermi’nin mektup şarkısının klibinde bi sahil görüntüsü var bana kimse onun en güzel olmadığını söyleyemez, aynı şekilde Evrencan Gündüz’ün sen aşkımızdan şarkısının klibinin olduğu sahiller. Bir de şahsi olarak en sevdiğim bir şubat ayında bir haftalık yıllık iznimi kullanırken her gün gittiğim emirgan çay bahçesindeki kış güneşli günler. Her gün kitaplarımı alıp, nargilemi fokurduttağım, çayımdan bir yudum alıp çevredeki emekli amca ve teyzelere selam verdiğim, yılın her günü orda olan zenginlere sövdüğüm o bir hafta. Ah ne güzeldi beee.
Coolum beach diye bir sahile gittik okuyucu. Gülcenin görür görmez vurulduğu bir yer burası. Adını mount coolum adlı dağımızdan alıyor. Öyle bir dağ ki yeşil, yemyeşil, kocaman bir kaya parçası gibi. Tam denizin dibine kurulu haliyle ihtişamlı bir o kadarda sevecen. Bizim öğrendiğimizin aksine ne denize dik, ne paralel. Denize yuvarlak gelen bir acaip dağımız mount coolum. Dağları hep çok sevdik esasen. O heybetli varlıkları, kah geçit vermeleri, kah vermemeleri, gündüzleri güven veren abi, baba duruşunun gece olunca bambaşka bir yapıya bürünmesi. Gülce bugün kendisine sahilden hayran hayran bakarken “dağlara nasıl tapınılıyo ya, namaz, oruç var mı bir ritüel” dedi, kendince eğilip kalkmaya başladı.
Deniz kenarına girmek için evden çıkmıştık. Şortlarımız, mayolarımız, termosta çayımız, fırından aldığımız el yapımı pie’lar. Piknik ve kahvaltı için hazırdık. Pie denen hamur işi avustralya diyarında en sevilen yiyecek olabilir. Köyümüzde bir bakkal var-mış. Şimdi yeniden açılacak. Sahibi geçen yerel gazeteye konuşmuş. Diyorki en iyi pie tarifini bulmak için bekledim, yoksa valla billa açardım. Bizim komşu var yeni tanıştığımız, kendisi de orada çalışmak için başvurmuş, bize dedi ki, patron tam bir pazarlama üstadıymış, ilk günler sadece 20 tane pie yapacakmış ki erkenden bitsin, halk arasında oranın pieları çok güzel ama erkenden bitiyo efsanesi yayılsın diye. Ulan nasıl bir çakala denk geldik böyle.
Biz böyleyiz okuyucu. Athena şarkısı gibiyiz. Evden bakkala diye çıkarız, olmadık işler peşine düşeriz. Yine öyle oldu. Sahilde kahvaltı yaptıktan sonra çok övdüğümüz dağın kenarına gittik. Dağ üzerinde araba yolu yok, teleferik yok, bir sikim yok yani senin anlayacağın. Arabayı park ettik, bilgilendirme panosuna baktık, zirveye gidiş dönüş iki saat diyor, yürüyerek. Benim ayağımda terlik, gülcede sandalet. Tam o sıra bir çift geldi karşıdan. Onlara sorduk, biz bir saatin altında gittik geldik dediler. Vayyy belediyeye bak bizi yiyo yani dedik, iki saat falan. Usul usul yürümeye başladık.
Zirveye ne kadar kaldığını bilmiyorum. Nefesi tabiri caizse götümden alıp veriyorum. Öğlen güneşi üzerimde akbaba misali geziniyor. Tişörtümle yüzümü siliyorum, yüzüm dahada ıslanıyor. Artık çok yaşlı ve şişkoyum. Bunu kabullenmeliyim. Başım dönüyor, kusmak istiyorum. Emre Aydın afilli yalnızlık şarkısını bana yazmış gibi, “ölsem, ölsem, ölsem hemen şimdi” yanımdan insanlar geçiyor, kimi benim gibi, terli ve öfkeli, kimisi atletik ve adeleli vücütlarıyla bir mükremin çıtır edasında belirip, kayboluyorlar.
Sonunda zirvedeyim. Aman ne manzara. Yaşlı ve şişko değilim. Ya da öyleyim ama buraya geldim, daha ölmedik ulaaannn. Gülce yolun başında yorgunluk ve kalp çarpıntısı ile iyi ki bırakmış diye düşünüyorum. Kendisini bıraktıktan hemen sonra öğürmeye başlamıştı. Ben yanından gidince rahatladı demek, canımın içi. Ama parkur çok zordu ya, ben bile zor yaptım! Bu düşüncelerle iniş yoluna geçtim. İki adım attım. sırtında çanta, kucağında çocuğuyla bir kadın zirveye gelmişti. Vay amk dedim. isterseniz çantanızı taşıyayım diye teklif ettim, teşekkür etti, belliki parkuru bu şekilde tamamlamak istiyordu. Sonrasında, yok ya, gülce iyi ki gelmemiş, zaten çıkamazdı, çok zor burası diye düşünüyorum. Tam o sırada karşımda gülce belirdi. Oha bu bir serap mı pardon gülce mi. Altı yedi kere kusmuş yolda. Ama bunu bir meydan okuma olarak görmüş. O anda hayattaki tatlı göt olmalardan birini yaşadım. Ne tatlısı amk, bariz göt oldum işte. Zirveye üç dört dakika vardı. Birlikte çıktık. Dönmek çıkmaktan daha zor gelirdi dedi. Haklıydı. Geceleri gelen hayatı sorgulama seanslarında yapışır insanın boğazına, neden yapmadın neden diye.
Nehirle denizin buluştuğu noktadayız. Dağ karşımızda. Sıcaktan terlemiş vücutları, suya öyle bir bırakmışızki, çössss diye ses çıkmış. Ben dağın zirvesindeyken yardım teklif ettiğim kadın, gülce kusarken ona yardım teklif etmiş. Karma. hem bana hem gülceye ayrı ayrı motivasyon konuşması yapan 73 yaşında bir amca vardı. Eskiden her gün çıkıyormuş, şimdi sadece hafta sonları 8-10 kez. 18 yaşında manitam yok, enerjimi atmam lazım diye espri yaptı bize. Böyle olalım dedi gülce. Hayır dedim, allah korusun. Biz sahile sabah gelip, deniz çarşaf gibiydi diyen, öğlen gibi içmeye başlayan, göbekli ama kapkara yaşlılardan olalım. Slip mayolarımız, janti saçlarımız, bizim zamanımızda var yaa diye başlayan yaşlılardan, ama aynı zamanda sempatik olalım. Gülce bir gün otobüse binmiş, bir amca gelip şey demiş, pardon burası bana rezerveydi ama karışıklık oldu galiba. Bak bak, timsaha bak, hala espri peşinde. Hahaha.
Paul Kelly çalıyordu demin. Before so long. Avustralyanın teomanı dedik biz kendisine. Amca gayet rock n roll. Dinle okuyucu, seversin belki. Ben de lahana yemeği yapmıştım ona girişeyim. Kendine iyi davran. Tabi öyle bir şey mümkünse.
Not: tam yazıyı yayınlamdan önce fotoları yüklüyorduk. Yeterli alan yok hatası verdi. Aylık on dolar istiyor ekstra alan için. Kendimizi ikna edelim diye gülceye bu bizim kendi sosyal medyamız, geçmişimiz, aslında verebiliriz dedim. Gülceden cevap; bizim derken; sen ben doğan-the kıdemli okuyucu- heralde. bu da böyle bir anımız.