Araya kaçan kumların verdiği huzur

Selamlar okuyucu,

Saçlarımızda tuzlu suyun verdiği harika ahenkle, veranda da günün ilk birasını yudumlarken merhaba hem de. Kirli saçın daha harika göründüğü konusunda hemfikirizdir heralde diye düşünüyorum. Yağlı, vıcık cıcık saçın aldığı şeklin karşı konulamazlığı ile annenin kafana tası vurarak yıkaması oscar adayı bir film senaryosu değil mi ya. İki ezeli düşman karşı karşıya. Necip bey briyantinli saçla bir hafta gezen bünyenin hazin sonu. Tüm leğenle yıkananlara ithafen.

Böyle eski markalara vintage muamalesi yapılması çok enteresan gelmiyor mu sizede. Oğlum biz o markayı kullandık lan, adamlar battı battı, şimdi görse vintage ayağına aldığı değeri oturur ağlardı heralde. Öldükten sonra değerli hale gelen yazarlar gibi. Sonsuz hale gelmek böyle bir şey olsa gerek.

Noosa adlı kasabadaydık okuyucu. Denizi, sahili sakin bir kasaba. Ama hasting street diye bir caddesi var, küçük teşvikiye. Adım atılmıyor, ünlü markalar, yeme içme yerleri, havluyla, bikiniyle, şortla, donla gezeni eksik olmuyor. Main beach diye süper bir sahili var. Ama buradan üç beş dakika sürüş mesafesinde noosa heads national park var. Dedik gidip görelim, biraz yürürüz, orman içi hava alırız falan. Her bişeyi süper olan noosa’nın tek problemi otopark olayı. Bir kaç tur atarak, şansımıza birilerinin çıkmasıyla park sorununu hallettik. Aslında hemen çıkmıyorlardı. Denizden gelmiş bir çift, arabanın yanında üstlerini değiştirecekti. Ama bizim ıslak kedi bakışlarımıza karşı koyamadılar, ıslak ıslak bindiler arabalarına. Çok sağolsunlar.

Normalde bizim gezme rutinimiz şudur; deniz, plaj yerlerine kot pantulla gider, herkes güzel güzel takılırken, biz hem pişik oluruz hem de bir zevk almadan sadece bakarak ve fotoğraf çekerek, sonrasında da ne güzel yermiş iyiki gelmişiz, bir daha gelelim diyerek birbirimize gaz vererek döneriz.(gitmediler) ama artık öyle değiliz. Arabamız Hilmi’nin bagajına lazım gelecek herşeyi doldurarak gidiyoruz. Şortumuz, donumuz, havlumuz, kirli poşetimiz, her bişeyimiz var.

Noosa heads national park’a da böyle gittik. Daha otoparkta gördükki, yüzmeden dönen var, sörften dönen var. Hemen giydik mayoları, attık havluları omzumuza. Ohhh ne ala. On dakika bir yanımız deniz bir yanımız orman yürüdükten sonra tea tree bay adı verilen bir sahile geldik. Yürüme yolu daha beş kilometre devam ediyordu. Ama biz bize lazım olana gelmiştik. Hemen indik sahile. Dalgalara bıraktık kendimizi. Poseydona tüm saygımızı sunduk, güzelce işedik suya. Okyanus suyu o kadar güzel ve ılıktı ki, işememiz hiç sorun olmazdı. Sürekli devinimde zaten. Poseydon affeder, yücedir.

Etrafımız yemyeşil tepelerle çevrili, suyun sıcaklığı mükemmel, dalgalarla oynuyoruz. Hemen ileride gençler sörf idmanı yapıyor. Hiç bir şey için acelemiz yok. Günlerden pazar. Yogacıların yaptığı gibi sahilde taşları üstüste koyuyoruz. Bir denge oyunu. Büyük taşlar altta, küçükler yukarda olacak. Taş taş üstüne koydunuz mu bugüne kadar diyen ebeveynlere verecek bir cevabımız oluyor, evet koyduk, tea tree bay’de, git bak. Yeri gelmişken tea tree bay diyeceksiniz ajdjbsd

Cumartesi günleri kawana adlı kasabaya pazara gidiyoruz, pazar alışverişi bizim için önemli. Bir yerle bağ kurmamızı, aidiyet hissetmemizi sağlıyor. Domatesi, kıvırcığı aldığımız insanla selamlaşmak iyi hissettiriyor. Rutinlerimizi seviyoruz. Ben zaten rutin insanıyım, gülce de artık bana benzemeye başladı ya da o da öyleydi de ben kendimi dev aynasında görüyorum, hani en sevmediğiniz şey nedir sorusuna adaletsizlik falan gibi cevap veren insanlar var ya, onlar gibi miyim acaba. Hepimiz adaletsizliği severiz ama sen, vay be, demek en sevmediğin şey bu ha. Ohannesburger.

Yav konu nerelere geldi yine. Ne dinledik, ne izledik, onu anlatacaktım aslında. Mühim çünkü. Hepimiz, hepimizin ne yaptığını çok merak ediyoruz. Gıybet bu yüzden var zaten. Al pacinonun şeytanın avukatı filminde dediği gibi “gıybet, en sevdiğim günahtır” ya da tam tersi biz kendimizi anlatmayı çok seviyoruzdur. Boku da sisteme atıyoruzdur. Amann ne bilim ben ya. Üçüncü birayı içiyorum, gülce diyo ki sinkov var mı, ben olmuşum kendim sinkov, alkolün pençesine düşmüş sivri sinekler yetiştiriyorum,

Rutinlere ölümüne bağlıyım dedim ya, bazende dışına çıkıyorum, kendimce küçük şımarıklıklar yapıyorum. Hep aynı şarkıları dinleyip, aynı yazarları okuyorum ya. Farkettim ki yılda bir ya da iki kez Paolo Nutini dinliyorum. Kendisini ilk candy adlı şarkısı tvlerde dönerken izlemiştim. Şarkıyı çok sevmiştim. Candy çogzel şarkı bence. Sonrada paolo abimiz ne yaptı etti hiç siklemedim. Ama bir gün lan bi şarkı vardı, çok güzeldi neydi onun adı diyerek saatler harcadım. Paolo Nutini ve candy şarkısıydı. Bulduktan sonra o gün full paolo dinledim. Çok güzel başka şarkıları da varmış. Çok siklemedim, ilerleyen günlerde de dinlemedim. Sadece belirli aralıklarla paolo nutini dinledim. Yılda iki kez falan. İlginç bir ilişkimiz oluştu kendisiyle. Aynısını bu ara Gregory Alan Isakov adlı şarkıcıya yapıyorum. Keyfim yerinde ve günün ilk birasını açıyorsam gregory’nin this empty northern hemisphere albümünü açıyorum. Türkçe bir şey dinlemiyor musun lan sikik diyen okuyucu, spotify listem küçük bir anadolu şehrinin kadın nüfusunun kına gecesini karşılayacak düzeyde. Lütfen.

Gülce karşımda tırnaklarındaki kumları poşet çayın üstündeki kağıt kısımla çıkarmaya çalışıyor. Çok zor şartlar altında yazıyorum. Kendi yüzü güneşten kızarmış, bana diyo, kırmızı surat. Ahahahaha how i met your mother dizisinin bir bölümünde robin teyzeniz arjantinden geliyordu, izleyenler hatırlar. Gelirken boş gelmemiş yanında hulyo iglesyas ve beleşçi hippi çetesini de getirmişti. Bölümün içinde robin sürekli nerden geliyo bu kumlar diye söyleniyordu. Yazlıktan dönen insanın dramı. Her yerden kum çıkıyor. Melbournden queensland’e taşınırken benimde tek amacım tam olarak buydu. Götümüzden bile kum çıksın. Sonunda amacımıza ulaşmış gibiyiz.

Fonda candy çalıyor, biramız ve bitki çayımız var. Tırnaklarımızdan kumlar çıkıyor. Hayat gailemiz var. şükürle doluyuz. Bugünümüze şükür. Sağlıcakla kal okuyucu.

2 comments

  1. Şu blogda en sevdiğim kısım olabilir serbest bilinç akışlı bölümler, sonuna gelince abi konu neydi? nasıl başlamıştık diye soruyorum kendime 🙂 İşte size hayattaki yerinizi unutturacak pamuklara sarıp istediği yere götürüp oraya atacak bir blog burası, sonra da dönüp arkasına bile bakmadan birasına devam edecek kadar cool birde.

    “this empty northern hemisphere” subliminal mesaj mı var burada?

    Birde köpek balığı neyim yok mu oralarda ya rahat yüzebiliyor musunuz?

    • Selamlar Doğan, ne yaptığımızı alenen anlatarak bütün sırrı bozdun :)) valla o albüm ismi süper denk gelmiş oldu yav. Ona küçük tesadüfler yap. Köpekbalığı var evet, ama hayat işte, bütün riskleri alıyoruz hayatta kalmak için, ironik.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s