tuzlu ruhlara giriş

Selamlar okuyucu,

Sıcak, nem ve güneş kremi kokularıyla, çevreden gelen kuş sesleri ve çim biçme makinelerinin gürültürülerinin eşlik ettiği günün ilk birasından selamlar. Veranda da oturmuş terliyorum. Sıfır enerji sarfiyatında olmama rağmen. Gülce hamakta uzanmış hayatın anlamını düşünüyor ya da facebookda ikinci el eşya bakınıyor olabilir. Hamak bu, insana herşeyi yaptırabilir. Ya da yaptırmayabilir. Hamaklar hiç bir şey yapmama üzerine tasarlanmış en güzel şey olabilir. Bulandan, yapandan allah razı olsun.

Sonunda yerleştik okuyucu. Altı aydır götümüzün üstünde duramıyorduk, oh dedik. Bir sonraki harekete kadar küçük, minnak bir köy bulduk. Seyyah olmak üzere çıktığımız yolda küçük birer özlem tekin olduk. şalvarı çekip kahveye gidersek tam olacak. Yalnız özlem tekin süperdir haaaa. Laf ettirmem. Klibinde cem yılmaz’a siktiri çektiğinden beri başımızın tacıdır.

Taşınma süreçleri hep bir sıkıntılı değil mi ya¿ onu getirdik mi, bunu buldun mu, falan filan. Bir de üstüne yeni taşınılan evin eksiği gediği, o buraya olmadı, burası küçükmüş vs. Ama günün sonunda ilk pişen yemek, ilk banyo, ilk tuvalet ki en önemlisi sanırım, yeşil vadi bizimdir deme hareketi. veranda var işte okuyucu. Evi sevmek için harika bir neden. Üstüne bahçe var, bahçede çamaşır asma aparatı var. Gülce çok seviyor. Gerçek avustralya diyor bu bahçedeki çamaşır askılığı için. Biz sadece burda gördüğümüz için tabi, ufkumuz bu kadar. Sizin bahçede de varsa bize cahil demeyin, ya da diyin ya, sizden kıymetli mi.

Ev bulmak inanılmaz zor. Şu an brisbane’da deli bir taşınma trafiği var. Kiralar almış başını gitmiş. Biz Melbourne’den gelirken küçük yere gidiyoruz nasılsa giderler düşer dedik, kol gibi geçirdiler valla. Ama kader yüzümüze güldü, sanatçı bir abinin ailevi meseleleri yüzünden sahil şeridine taşınmak istemesi ve köydeki evini kiraya vermek zorunda kalması bize yaradı. evin suyu depo ile sağlanıyor, su bittikçe sipariş veriyosun kamyonla yığıyorlar kapıya. Kanalizasyonda aynı şekilde yeraltında birikiyor, söylüyorsun gelip vidanjörle alıyorlar. Şehir çocuğuyuz bize ters işler gibiydi. Ama iki günde alıştık.

Orman içinde yaşayınca çok değişik kuşları da görme ya da duyma imkanımız olmaya başladı. Bebek ağlaması şeklinde öten kuş var. Her seferinde susturun şunu amk diye bağırıyordum, kuş olduğunu öğrendim ben şok.

Ama asıl güzel yanı iki kahveci, bir postahanesi olan bakkalı olmayan köyümüzde tren istasyonu var. Süper olay. Trene binip hem brisbane şehir merkezine hem de çevre kasabalara gidebiliyoruz. Misal dün yani cuma akşamı komşu kasabamız palmswood’a gittik. Palmswood bize göre çok gelişmiş bir yer. Marketi var, bakkalı marketi fırını var. Bir de rick’s garage diye amerikan usulü bir barı var. Hotel denen klasik barı da olmasına rağmen hem de. lükse bak pezevenklerde. Rick’s garage hafta sonu motorcuların ve klasik araba sahiplerinin toplanma noktası gibi. Ortaya görsel olarak da çok güzel şeyler çıkıyor. Eski amerikan arabaları, harleyler, yaşını başını almış harleyciler falan. Sons of anarchy seti gibi ortalık. İzlemediysen izle okuyucu, şahane dizi. Biz gittiğimizde canlı müzik de vardı, country çalan bir grup vardı, haymakers, ulan o yaşlı dedeler, nineler bir dans ettiler aklın hayalin durur. Biz öyle yandan mal mal baktık, nabıcaz ne anlarız amerikan dansından. Ama öğrenilse yapılır ha, çok zevkli gibi duruyo. Yıllarca türkü barlarda, gitar çalan türkücülerle bilmeden çekilen halaylarla, ankara havalarıyla iyi eğlendik, biraz da böyle deneyelim.

Ulan tam yazının ortasına geldim, gülce hamaktan kalkıp elinde rakıyla ve salatayla gelmesi mi¿ gelsin. İncesaz açtık fon olarak. Niye rakı içiyor peki. İçsin, hakkıdır. Dedim ya tren var diye okuyucu. Geçtiğimiz hafta treni kullanarak işe gitti kendisi. Akşamda yine trenle döndü. Ama ne dönmek. Ya dizi olsa süper çekilirdi bu sahne. Trende aradı beni, bir durak kaldı geliyorum diye. Ben de ok dedim, gideyim karşılayayım sevdiceğimi. Gittim. Tren yaklaşıyor istasyona. Gülceyi de gördüm ayakta bekliyor. Neyse tren yanaştı, kapılar açıldı, inenler oldu. İki saniye sonra tren hareket etti, içinde vagonda koşan bir adet gülce ile. Ya film sahnesi gibi, tren hareket ederken içinde koşan gülce, john wick mi desem, james bond mu, wonder woman mı. Neyse inemedi tabi, ben gittim bir sonraki istasyondan aldım arabayla. İşin aslı sonra ortaya çıktı. Bizim köyün istasyonu trenden küçük, trenin arkada kalan vagonları istasyonun dışında kalıyor, haliyle orada kalan kapıları açmıyorlarmış. Ama arkadaşım biz bu köyün yenisiyiz, delisi değiliz. Gülelim mi ne yapalım bilemedik.

Peki sonra ne oldu. Cuma akşamı yan kasabaya gittik ya okuyucu. Yine trenle. Akşam dönüyoruz. Bir durak ya bir durak, ne olabilir ki. Köyümüzün istasyonuna geldik, tren yavaşladı ama durmadı, yavaşça geçti, gülce diyo ki geçtik istasyonu. Yav aşkım sende travma oldu bu tren hiç geçilir mi, adamlar yıllardır gidip geliyolar burdan. Geçmişiz. Sürücü farkına vardı ve treni geri geri istasyona getirdi. İş güvenliğinde son nokta, olum bildiğin trenle geri geri gittik, istasyona yanaştık, utanmasa ben durmim, kapıları açayım, siz atlayın diyecek.

Yazıya bi günlük ara vermiştim. O arada denizlere gidildi, dalgalarla oynandı, ağaç gölgesine sığınıldı, eve dönüp verandaya tekrar oturuldu, günün ikinci birası açıldı. Noosa adlı sahil kasabasına gidiverdik okuyucu. Cennet, cennet. İlk gittiğimizde deniz baya süt limandı, ama bugün okyanustan esen muhteşem bir esintiyle küçük dalgalar yapmıştı, biz de onlarla oynadık, işi dalgaya vurduk resmen.

Kahveciler var demiştim di mi, iki tane hem de. Ama ne kahveciler. Bir tanesi haftanın üç günü açık, diğeri beş günü. Pazartesi-salı oldu mu hayat duruyor resmen. Üç gün açık olan çarşambadan cumaya kadar hizmet veriyor. Ayda bir kerede cumartesi. Ve bunu bize büyük hizmet diye pazarlıyor. Bu ne özgüven yiğidim, tanımak istiyorum seni dedik resmen. Küçük köylerde böyle şeylerle çokca karşılaşıyoruz, ayın ilk cumartesi açık olan kafe, üçüncü cumartesi açık olan bar vs.

Denize yakın olmak süper bir şey değil mi okuyucu. Hayatımın her bölümünde denizle içli dışlı olduğum için şu an çok muyluyum. Karadenizlilik, İstanbul’da yaşamak, hem de tarabya gibi karadenize yakın bir semtinde olarak. Ah ne güzeldir tarabya. Hele çocuklukta evden kaçarak gidilen sarıyer, altınkum, kilyos plajları. Kilyosta bir beach club partisine gitmiştik mahalleden saplamalarla. Sarıyerden bir camcı kamyoneti sırtında. Camcı kamyonetlerini bilirsin okuyucu, ortasında camları asmak için olan zamazingolar vardır, dardır yani kasası. Ama gençlik işte, elimizde bir şişe viski, döndüre döndüre çıkmıştık, rüzgarlı kilyos sahiline. Gece dönüş taksiye kusmalar, serserilikler, denyoluklar. Kendini delikanlılık düsturu ile ifade etmek onu gerektirir çünkü. İtlik ve serserilik, lanet olsun iki yıllık işletmeciliğine de, açık öğretimine de.

Evet denize yakın olmak diyorduk. Burada bazı arabalarında gördüğüm stickerlar var. “Salty Souls” yazıyor, tuzlu ruhlar yani. Her sabah güne sörfle başlayan, öğle arası bi dalıp çıkan, saçları güneş ve deniz suyuyla kıvır kıvır ve sarışına dönen Avustralya gençliğinin en güzel mottosu. Çok seviyorum valla, ben de bulursam alacağım. Bugün de işte bünyeyi tuzlu okyanus suyuna bandırdık. Şükürler olsun. En güzeli de sahillerin sonsuz ölçüde halkın olması, herkesin eğlencesinde olup, kendi halinde takılması. Bir de karpuzu olsun, üzümü olsun, sandaviçi olsun yanında götüren insanları. Fakirlik göstergesi değil yani, normal olan bu.

İşte böyle okuyucu, küçük, sakin köyümüzde ilk günleri bu maceralarla atlattık. Bakalım kahramanlarımız ilerleyen bölümlerde nelerle karşılaşacak. Sağlıcakla kalın, sağlıkla kalın.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s