sırtı lacivert hamsiler ve mısır ekmeği ile buluşma

dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler…

Güney’in kızı Kuzey’in oğluna gönül vermiş ya madem, denizi sol yanlarına alıp düşmüşler yola.. Kuzeye.. Karadeniz’e doğru… yukarıdaki şiirde nazım’ın bahsettiği uzun eğri burunlu insanların memleketini görmeye.
Daha önce iş amaçlı yapılan Samsun ve sadece bir gecelik Sinop seyahatlerimi saymazsak ilk ve en kapsamlı Karadeniz yolculuğumu(z)u karadan yapmanın – her ne kadar yorucu olsa da- çok doğru bir karar olduğunu yolda anlamış oldum.. Samsun’dan sonra sağımız dağ ve orman solumuz deniz olacak şekilde yol aldık. Şehirler arası otobüs yolculuklarını hep sevmişimdir. Yolu alma hızımız ile ruhumuz aynı hızda ilerler. Hem içeride hem dışarıda yol alırız. Sağım yeşil solum mavi giderken de aynen öyle oldu. İbn-i Haldun’un “Coğrafya Kaderdir…” sözü sürekli döndü durdu zihnimde. Bu coğrafyada doğup büyüyen çocukların dünyaya bakışı ile benim köklerimin olduğu topraklarda büyüyenlerinkinin farkını düşündüm, duygulandım.
neyse içsel yolculuğum bana kalsın efendim ben fiziksel yolculuğumuza döneyim.

İlk durağımız ve asıl yola çıkma amacımız olan aile ziyareti, Tayfun’un ailesinin yaşadığı yer olan Espiye. (Espiye bir Giresun ilçesidir efendim.)

Bu arada Giresun hakkında bir bilgi. TUIK araştırma ve raporlarına göre Giresun Türkiye’de en uzun yaşanan kent imiş. Hatta bunu şehre hoşgeldiniz tabelalarına çok hoş bir şekilde yansıtmışlar.

bilboard
ilk işim Espiye adının nereden geldiğini araştırmak oldu. Birden fazla teori iddia buldum ama açıkçası çok tatmin edici bir sonuca varamadım. Espiye bir ucundan bir ucuna -sahil boyunca- 10-15 dakikada yürünebilecek büyüklükte bir kasaba aslında. Benim için en güzel ve ilgi çekici 2 yanı oldu. Kendisi bir koy üzerine kurulu bir kasaba olduğundan tıpkı boğaza bakar gibi karşıda başka ışıklara ve şehre bakarak denizi izleyebilmeye olanak sağlayan kumsalı ve çook uzaklardan doğsa da denize Espiye’de kavuşan Gelevera Deresi..
Bu bölüm yazılırken Kazım Koyuncu’dan Gelevera Deresi dinlenmekte idi. Zaten bu derede benim için sırf bu türkünün hatırına gidip görmem lazım dediğim bir dere.

dere

Gelevera deresini de gördükten sonra bahsettiğim kumsala Hoca’nın Yerine gidip karadenizin tuzu az nazı çok sularına ayaklarımızı sokalım artık di mi? ehh hele de karşıki tepeleri de sis basmışsa manzaranın tadına doyulur mu?

hocanın yeri espiye   

Giresun bence Karadeniz’in en güzel yerine oturmuş bir şehir. Çünkü her yere ortalama uzaklıkta. Rize’ye 3 saatte, Trabzon’a 1,5- 2 saat, Samsun’a 4 saatte, Ordu’ya 1,5 saatte gidilebiliyor. Madem öyle bu avantajını kullanalım dedik. Aileyi de aldık yanımıza başladık Karadeniz’in doğusuna doğru yol almaya. İstikamet Rize – Ayder. Hem aile ziyareti – büyük teyzeyi ziyaret- hem de Ayder’i görmek. Rize’ye giden yolun kendisi de pek bir keyifli. Giresun’un ve Trabzon’un şirin ilçe ve kasabaları, kocaman bir şehir olan Trabzon ve şehrin girişinde bir tabeladaki harika bir sözle bizi karşılayan Rize..

Yağmur’un çaya dönüştüğü şehir Rize’ye hoşgeldiniz…

bundan sonraki bölümü de dilerseniz şu şarkıyı dinleyerek okuyabilirsiniz. Bu arada baştan söyleyeyim maalesef Trabzon ve yaylalarını bu geziye sığdıramadık. Ama bir karadeniz kızından söz aldım ” o da bizim sana borcumuz olsun diye”..

Rize Ardeşen yönüne doğru ilerledikten sonra Ayder yoluna saptık. Bu kez sağımızda orman ve dağ varken solumuzda Fırtına deresi akıyordu. Elbette yaz sonu gittiğimiz için fırtına gibi coşmuyor nazlı nazlı akıyordu. Ancak etraftaki rafting klüplerinin varlığı Fırtına’nın fırtınalığını söylüyor adeta. (Sanırım en doğru zaman İlkbahar ya da yaz başı imiş.) Ayder yoluna girdikten sonra araçta ilk işimiz klimayı kapatıp camları açmak oldu. Bu güzel ve serin havayı bolca içimize çekelim istedik. Cidden de yol ilerledikçe sıcaklığının da düşüşüne şahit olduk.

Fırtınanın üzerinde meşhur taş ve asma köprüleri göre göre devam ettik yolumuza…

madem köprü gördük, neden üstünden foto çektirmeyelim! :)
madem köprü gördük, neden üstünden foto çektirmeyelim! 🙂

Ayder’e 4-5 km kala aile ziyaretini yapacağımız yerdeyiz. Teyzemizin alabalık çiftliği.  Tayfun’dan öğrendiğim kadarı ile çiftlik bütün doğu karadenize alabalık yollayan aynı zamanda arıcılık da yapılan bir çiftlik. Neyse reklamlar yeter:)

876
Alabalık Havuzu önünde ben
arı kovanları önünde ben
arı kovanları önünde ben

Ehh oraya kadar gidilince haliyle sofralar kuruldu. Bir vejetaryene balık sunamadıkları için bana da – bence karadeniz mutfağının en muhteşem yemeği olan- muhlama sunuldu. Abartısız söylüyorum ki hayatımda yediğim en güzel muhlamayı yedim. Buyrun bu da kanıtı:)

923
Muhlama ile imtihanımız 🙂

Ve Ayder… Sırf Ayder’i hiç bilmeyen ya da hiç gitmemiş birine anlatabilmek için şiir yazabilseydim isterim. Resim yapabilseydim de çizseydim ayderi.. Ya da şarkı türkü besteleyebilseydim de bir türkü yapsaydım da öyle anlatsaydım istedim.. Zira kelimelerle anlatamayacağımın farkındayım. Üstelik yeşilin bu kadar farklı, çok ve harika tonunu anda dondurup burada sunabilecek bir fotograf makinesi de bilmiyorum..

942

Ayder’i yıllardır bilenler ya da Tayfun gibi en son 10 yıl önce gitmiş olanların dediğine göre ” ayder çok bozulmuş”… doğrudur. çünkü konaklama ve yeme-içme tesisi fazlalığı benim de dikkatimi çekip beni de mutsuz etti. Ama benim gibi ilk kez görenleri büyüleyebilen bir güzellik sundu Ayder.. Karşınıza fırtınanın bir kolunu ve koca vadiyi alıp toprağa oturan insanların arasına karışınca kendimi bir doğa güzelliğini izlemekten çok bir ayin bir ibadet yapıyor gibi hissettim. Birden aklıma şu malum proje geldi. Yeşil yol denen yaylaları birbirine bağlayarak turizme hizmet (!) edecek ama bunun için bu bakir yaylaların doğallığını bozacak, yeşilini katledecek proje. #yeşilyoladurde diye bir kez de orada haykırdık. Suyunu, yaylasını, yeşilini mavisini vermemek için direnen teyzelere, amcalara karadeniz insanına da selam olsun dedik bir kez daha….

ayder1

Akşam saatleri yaklaştıkça çöken sis ise sisin sadece görme duyumuza dokunan bir doğa durumu olmadığını kanıtladı adeta. Sisi gördük, tenimizde hissettik, kokladık, tadına baktık… sis olduk desem yeri… ( bu geziye dair tek pişmanlığım o geceyi orada geçirmemiş olmaktır.)

952

ayder5

E bir de aktivite var katıldığımız. Adına flying fox demişler, iki, tepecik arasına bir tel gerip insanları teller üzerinden kaydırmışlar. Biz de buraya kadar gelmişken bundan geri kalmayalım dedik, iyi ki de demişiz.

uçtum uçtum ben uçtum:)
uçtum uçtum ben uçtum:)

Kalbimiz ayder’de kalsa da dönüş yoluna koyulduk.. Rotamız yine aynı.. Bu sefer dönüşte meşhur Vakfıkebir ekmeği almak için bir durakladık, ekmeğimizi alıp devam ettik.

Rize-Trabzon ve yollara dair çıkarım ve not: Rizeli olup da ( görmedim ama Artvin’i de kat dedi Tayfun) hele hele de çayı tarlası evi barkı olup da İstanbul’da yaşayan insanlara dair bakış açım değişti. Derhal bu güruhu memleketlerine geri yollama projem var. hem onlara iyilik etmiş olacağım hem de istanbul trafik sorununa bir nebze olsun çözüm sunmuş…

not 2: biraz para biriktirip ev değil araba değil karadeniz’de toprak almak lazım..

Ve bir diğer gün de yönümüzü Giresun’dan batıya çevirip Ordu yollarına düştük. burada da böyle fıkır fıkır şu türküyü dinleyebilirsiniz.

Ordu’daki durağımız Boztepe. Yani Ordu’nun Çamlıca’sı. Buraya yaklaşık 5 dk.lık bir teleferik yolculuğu ile çıkılıyor. Teleferik ile çıkarkenki manzara ayrı harika yukarıda bizi bekleyen ayrı harika idi.

Boztepe'den Ordu'ya bakmak
Boztepe’den Ordu’ya bakış

 

Bu kadar yüksekte olunca, eh bir de sis çökünce tepeye kendimizi bulutların üstünde hissetmemiz doğaldı elbette.

sis demiştik di mi! :)
sis demiştik di mi! 🙂

Bu arada Boztepe’den yamaç paraşütü yapıldığını da görerek öğrenmiş olduk. Yapsa mıydık acaba diyorum hala 🙂

teleferik
teleferik

Bu arada Ordu’da ufak bir şehir içi gezinmesi yaptık. Gayet modern, büyük ve yaşanası bir şehir olarak attık hafızaya.

Espiye merkezli Karadeniz turumuzda pergelin sabit ucunu hep Espiye olarak tutup bir doğuya bir batıya gittik durduk. Bu sefer Espiye’nin komşu ilçesi Tirebolu’ya gidelim dedik.  Minik minicik bir sahil kasabası Tirebolu. Sanki huzurun sözlük karşılığı gibi bir yer. Daha minibüsten indiğimiz anda garip bir yavaşlık enerjisi sardı bizi. Kafamı sola çevirdiğimde belediyenin astığı bir afişten Sessiz Şehir (Citta Slow) adayı olduğunu öğreniyoruz  Tirebolu’nun.. Araştırınca citta slow hakkında baya bir şey öğreniyoruz. Sessiz şehir olmak için 70 adet kriter varmış. Kriterleri tek tek karşılayıp citta slow seçilir mi bilmem ama benim gönlümün sessiz şehri oldu Tirebolu.

Balıkçı teknelerinin orada durup kalesine bakınca bile sevesi geliyor insanın bu şehri. Tabii kalesinin tepelerde değil de denizin üstünde olması da ayrı bir güzel 🙂

tirebolu
tirebolu

Madem kalesine ulaşması bu kadar kolay neden çıkmayalım dedik ve doğru kaleye yürüdük. Kalenin hemen altında da yeri muhteşem olan bir balıkçı var. Maalesef balıktan başka bir şey olmadıgı ve ben balık yemediğim için giremedik ama pek güzel bir yere benziyor. Kaleye tam 103 basamak ile çıktık. Kalenin içine girince sanki boyut kapısı açıldı da başka bir dünyaya girdik. Sessiz şehir içinde sessiz şehir olmuş inception misali 🙂 Kendimi bir Yahya Kemal şiirinde yaşıyor gibi de hissettim. zamanın durdugu bir mekan adeta..

tirebolu3

kaleden..
kaleden..

 

 

Uzun uzun oturduk kalenin içinde. Bir kaç masalık bir çay bahçesi vardı.. Çay demişken…

tirebolu4

 

Bu arada bu yazıyı gezide yaşadığımız sıra ile değik aklıma gelme sırası ile yazıyorum 🙂

Giresun Adası’nı atlıyordum az daha. Karadeniz’in – bildiğim, öğrendiğim kadarı ile – 2 adasından biri Giresun adası eski ve antik çağdan kalma adı ile aretias.

giresun adası
giresun adası

Giresun merkezden adaya turlar düzenlenmekte. gidiş dönüş ve adadaki tur dahil 2 saatinizi alıyor.Tur esnasında adanın ve adadaki tarihi kalıntıların tarihinden bahsediliyor. Adada bir manastır kalıntıları mevcut.

ada

Ayrıca bir de Hamza Taşı adı verilen taş. Söylendiğine göre taşın adı Humuza kelimesinden ( doğum, bereket anlamlarına gelmekte imiş) gelmekteymiş. Eski çağlarda Tanrı’ya sunak taşı olarak kullanılmış. Sonra bir nedenden taşın uğursuzluk getirdiğini düşünüp taştan kurtulmak istemişler ama ne yaptılarsa olmamış. Daha sonra da taşın kutsallığı inancının yayılması ile taş bir nevi dilek taşına dönüşmüş. Hatta günümümüzde bile Giresun’luların mayı yedisi dedikleri miladi 20 mayısa denk gelen dönemde yeni adı ile aksu şenliklerinde bu taşa dilek sunmak için gidilirmiş. İnsanlar dileklerini dilemek için teknelerle adaya gidip, adanın dolayısı ile taşın etrafında 7 kere döner hatta taşın altındaki su ile abdest alırmış. Bayılıyorum pagan gelenekleri sürdürmemize hatta bazen bunları islamla harmanlayıp üstelik bunu islam sanmamıza. ama pagan adetlerini cidden çok yakın hissediyorum kendime..

hamza taşı
hamza taşı

Ada oldukca minik ve  ilginç bir ada. Karadeniz’de olmasına rağmen iklim ve bitki örtüsünün Akdeniz iklimi oldugunu öğreniyoruz örneğin. Adada onlarca çeşit kuş türü yaşamakta. Bazı söylencelere göre ise bu ada Amazon’lara da ev sahipliği yapmış. ( gerçi amazonların mekanı olarak Terme deniyor daha çok.)

 

5 günlük mini karadeniz turumuza sığdırabildiğimiz güzellikler bunlar.. ama daha görülecek çok şehir, çok kasaba, gidilecek çok yayla , çok sahil var farkındayız, borcumuz olsun diyerek ve üzülürek sonlandırıyoruz yolculuğumuzu aklımızda , kalbimizde anılar çantamızda fındıklarla 🙂

sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için- Nazım Hikmet Ran

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s