denizin üzerinde çizilen bir kavisten sonra inilen havaalanından, yılların düşmanına giden bir otobüs. sobalı okullarda öğretilen denize dökme hikayelerinden sonra suyun öte yakasına gittiğimizde çelik yelek mi giysek, kask mı taksak diye düşünmüyorduk tabi. bu öğretilenlerin yalan olduğunu kavrayalı çok olmuştu. dört gün kaldığımız yaban ellerinde gösterilen misafirperverlik, güleryüz ve sıcaklıktan sonra “abi bizim dertlerimiz dert olmamalı, biz sadece yaşama döngümüzü dert etmeliyiz” diyorduk ya hani, işte o döngüyü sağlamış bir ülkeye misafir olduk. günlük hayatta dertleri kendilerine kalan zamanı nasıl doldurmak olan bir şehir. ikibuçukta dükkanı kapatıp, hadi bana müsaade uykum ve kahvem bekler diyen insanlar.
tavernalarında yediğim yemeklerin, greek salatanın, ızgara peynirin, ve litrelik şarapların tadı damağımda ve aklımda kaldı. ermou caddesinde müzik kutusu ile dolaşan adam, sprey boyayla harikalar yaratan sokak sanatçıları, tişört boyama ustalarını görmek de ayrı bir keyif oldu. “ben de türkiye’ye geldim, biz de istanbul’dan geldik” nidaları ile karşılayan esnafı ise tam kapalıçarşı işi.
loukavitos denilen tepeden şehri izlerken heineken’in yunanlılara özel bira yapması canımı sıksada yudumları alırken şehri usul usul izlemeye devam ettim. karşıdaki adalara bakarkende kendimi istanbul kartal’da bir evin balkonundan karşıya bakar gibi hissediyordum. her yerde bulunan antik şehir kalıntıları beni futbol tanrısı el diegoya yaklaştırmaktaydı belki de. akropolis denilen yapının içinde aradım, temple of zeus’ta aradım, monastraki’de aradım kendisini. ama onu ararken şarap tanrılarına denk geldim. üç yuroya köpek öldüren alabildiğimiz memleketten kalkıp, degustasyon ustası olarak üç yuroya 2011 şarabı içiyordum.
yeşilin ve mavinin esir aldığı bir şehirde bulunmak ruhumu alıp götürüyordu sanki. inadına beton, inadına asfalt diyen memleketim mi bana düşmandı, her yeri, balkonları bile ağaçla donatan atina’mı? soruun cevabına ben bile güldüm. yapacak haber bulamayıp ülkemdeki haber kanallarının haberlerini veren bir şehir. tek sıkıntım rahmetli loukanikos’un mezarına uğrayamamak oldu. ama kalamar ızgara yerken gelen lezzeti onun için hüplettim.
atina’ya gideceklere benden tavsiye, havaalanında sağa sola bir göz atın. orada bir antonov uçağı göreceksiniz. bu devasa makineye benden bir selam söyleyin. ben bir daha antik kent için değil bu bebeği görmek için gidebilirim.