Selamlar okuyucu,
Cumartesi akşamının cin bazlı kokteyllerinden ve üstüne içilen biralarından selamlar hem de. Nasılsın, iyi misin? Keyfin, sağlığın, bilumum çevren iyidir inşallah. Hayat zor, hayat acımasız. Bulduğu ilk fırsatta gerçekleri suratımıza vurmakta hayat. Bu dünyaya gelmeyi biz istemedik ama sorumluluğu almak bize düştü. Pandemi falan derken iyice sapıttık di mi?
Biz de ne yapalım, yerleştik okuyucu. Ne yerleşmesi mi? Haklısın sana söylemedik. Taşındık biz. Hayır, arkadaşım olan şairin dediği gibi olmadı. Ne diyordu şair, “taşındık… gelseniz görseniz boş bir gönül dükkanı bıraktık ardımızda. Konuştuğunuzda yankılanan sesiniz cevaplar sizi. Çünkü biz taşındık. Kalabalık düzenli site hayatımızdan tek konutlu köy kırsalına, bir yalnızlıktan başka bir yalnızlığa bir kucaktan başka bir kucağa düşen fahişeler gibi taşındık, güneşi daha çok görsün diye tek pencereli eve, nüfusumuzu alsın diye tek odalı yerimize taşındık. muhterem mecazların diline kurban, evimiz barkımız aynı, içtiğimiz suyun çeşmesinden aynı yosun, katık aynı katık ama biz sizden taşındık.”
Hayır öyle olmadı, bildiğin fiziki olarak taşındık. Havanın hep kapalı olduğu, yağmurun yağacak gibi yapıp yağmadığı, yaz geldi derken kış gelen, tatile gittiğinde “ama okyanus kenarı azizim, bu kadar soğuk olması normal” diyerek normalleştirdiğimiz, kahvesiyle sebepsizce övünen, beş yılımızı verdiğimiz, hayatta çift olarak en uzun maceramızı yaşadığımız, bir yere ait olmanın ne demek olduğunu, anı biriktirmenin ne demek olduğunu, bize hayatı ve kadınları öğreten Kadıköy sokaklarından sonra başka yerlerin ne demek olduğunu öğrendiğimiz Melbourne’den taşındık. Brisbane’a geldik okuyucu.
Niye yaptık, neden yaptık, zerre bilgimiz yok. Hiçbir ön araştırma yapmadık, biz ne yapıyoruz demedik. İki hafta içinde toparlandık, evi boşalttık, çok değerli arabamız ismet’i sattık, bavulları hazırladık ve yola düştük. Belki tek amacımız sıcak sulara kavuşmaktı. Bir nev-i Rus sendromu yaşıyorduk. Kutup ayıları gibiydik. Hani sonu üşüyorum amk diye biten kutup ayısı fıkrası gibiydik. Üşüyorduk. Pandemi gelmişti. Bla bla bla.
Değişiklik lazımdı okuyucu. Kök salmaya başlamıştık. Oysa bu yola çıkarken dünyayı birlikte keşfedelim demiştik. Sonra paranın satın alma gücünün sıcaklığı, otobüs metrobüs derken 35 yaşında araba sahibi olmanın getirdiği göt sıcaklığı, konforlu alanda yaşamanın verdiği haz ve bunun gibi bir sürü şey. Oysa biz kök salmak istememiştik. Varsa yiyelim, yoksa katlanalım demiştik.
Aldığı tişörtlerle bağ kuran bir insan olarak söylediklerim gülünç gelebilir. Ama aradaki fark zaten burada. Ben sadece tişörtlerle bağ kuruyorum, bi de Fenerbahçe, bi de doksanlar, bi de duman, bi de kings of convenience. Hepsi de zaten tatsız tuzsuz. Niye yediğimizi anlamadığımız sebzeler gibi. Ama protein var. Yarramı var. (Gerçi kingsofkonvinyıns yeni şarkı yayınladı, haklarını yemeyelim) (dumanında 2003 konser albümüne kadar olan kısmı ha, yanlış anlaşılma olmasın)
Tabi öyle anlattığım gibi palas pandıras gelmedik, Gülce önden işi buldu, kendimizi garanti altına aldık, helikopteri istedik, rehineleri vermedik. Böyle söyleyince sen de “yarram sanki boş beleş gitmişsin, işin gücün ayarlı, daha ne olacağıdı” diyorsun biliyorum, ama o işi gücü bulmak da bir enerji işte, gökten üç elma düşmüyor, hatta gökten elma düşmüyor, Newton’un hikayesi yanlış, Newton bizi sikiyor.
Aslında gelmemizin sebebi büyük ev ablukanın dediği gibi “güneş yerinde, her şey yolunda” demekti. Kemiklerimizi ısıtmak istiyorduk. Çünkü yaşlandık okuyucu. Bizim de ısınmaya ihtiyacımız var. Tamam Karadeniz çocuğuyuz, tamam Tarabya çocuğuyuz. Ama bak Karadenizlilere hepsinin altınolukta yazlığı var.
Aslında bir sebep var mı bilmiyoruz okuyucu. 2021’e girdik gireli bir şeyler olmaya başladı. Taşınmak vesile oldu. Yeni işler bulduk, yeni bir şehre geldik, arabayı sattık, yenisini almak İçin uğraştık, vatandaşlık aldık, yeni otobüs hatları öğrendik, eyalet sistemi denen şeyin ne olduğunu deneyimledik. Mesela Victoria eyaletinde aldığım ehliyetle queensland’de araba alamayacağımı, ehliyetimi değiştirmem gerektiğini söylediler. Hani şair diyordu ya bir ülkeden bir iç ülkeye seyahat ediyoruz diye, aynen öyle oldu. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde bilmem ne.
Aman oldu işte bişiler okuyucu. Bu aylarda melbournede götümüz donuyordu, bugün denize girdik, konuşturma işte beni. Mevzu bu işte, güneş ve d vitamini. Ruslar sıcak denizlere Türk erkekleri çok yahşi diye inmek istemiyor sanki, d vitamini peşinde adamlar, aslında adamlar üşüyor azizim. Gerisi hikaye.
Böyle işte okuyucu. Hiç bir şey olmasa bile bir şeyler oldu. Kendimizi brisbane’da bulduk. Sıcak ve nemli Pasifik güneşinin altındayız. Sanırım yapacak çok yolumuz, anlatacak çok hikayemiz olacak. Çünkü bunu seviyoruz, ardımızda bırakmayı, bıraktıklarımızı özlemeyi, özlediklerimize rakı içmeyi ve günün sonunda acıyı seviyoruz. Küçük Sezen Aksularız. En az onun koca sayısı kadar ikametgahımız olmalı. Amannn saçmalama faslına geçtik işte. Avustralya bozkırını ve coğrafyasını gezerken “on the road”u yeniden yazacak bloğunuz geyiğe sardı. Sağlıcakla kal bozkırın tezenesi, kendine dikkat et.