uzun ince bir yoldayım

selamlar okuyucu,

yine uzun uzun zamanlardan sonra yayindayiz. acilmasi zor kestanelerin, portakalin, mandalinanin, uzun kollularin ve patiklerin, bilhassa dokulen yapraklarin mevsimi sonbahar sehre giris yapti bu aralar. plajlarin, biralarin yerini filtreye gerek kalmadan, organik kizarmis agaclar(biz instagram hatira ormani diyoruz), sicak saraplar, evde yenen salcali yemekler, aksam demlenen caylar gedi.

pazar sabahi yedide kalkmis bir bunye olarak, sebebini bilmedigim bir enerjiye sahibim. fonda yeni kesfim ufomuo grubu ve iyi biri sarkilari ile sizsiz gecen gunlerin ozetini cikarmaktayim. sizsiz gecen gunler deyince tabi hemen aklimiza o guzel eser geliyor di mi? dumansiz sigaranin, kopuksuz biranin, sizsiz gecen su hayatin taaaa. yok ulan banane, ne yaparsaniz yapin.ne diyorduk, ozet, ozet iste yavv, isten eve, evden ise.

yok be ollumm, yapiyoruz arada sirada bir seyler. gecenlerde yine ecnebinin long weekend dedigi naneden oldu, uc dort gunluk bir tatil hesabi. ne yapalim, ne edelim dedik, hadi atlayalim otobuse, trene, torquay adli sirin sorf kasabamiza gidelim dedik. aman allahim o ne guzelliktir okuyucu, bir de buraya yakin bells beach adinda bir yer varmis ve orada da dunya sorf sampiyonasi yapiliyormus. tabi biz tabanvay insanlariz okuyucu biliyorsun, hemen beles servis neyin var mi diyerek aradik ve bulduk, belediye sagolsun amme hizmeti niyetine yarim saatte bir otobus koymus beles diyerek. atladik ilk servise gittik, tabi biz sorfcu ailelerden geldigimiz icin hic kacirmayiz bu tip seyleri. ama bu sefer kacirdik, sabah dalga cok guzeldi dedi kapidaki eleman, hemen yaptilar turnuvayi, yarin devam edecek dedi, isterseniz idmanlari izleyin dedi, biz de oyle yaptik. oglum sorf izlemesi cok zevkli lan.

veeeeeee perdeeeee okuyucu, goygoyu birakalim:

evet okuyucu sonunda bu da oldu, vakitlice ehliyetten sonra bir ilki daha gerceklestirdi, araba sahibi oldu. artik tuvalete bile arabayla gidebilecek kapasitede insanlar olduk. yasasin karbon salinimi! aldigimiz gunden beri prensesi arayan mario gibi oradan oraya savruluyoruz. ama okuyucu iste memleket buyuk, cografya genis, guzellikler hep bir ayri. araba sart, araba olmazsa olmaz. ha biz arabasiz gezmedik mi? canavar gibi hem de. ama simdi bi baska geziyoruz valla.

ikinci bahar dizisinde ali haydar, hanim’a diyor ya hani, urfa antep dunyayi gezdirecegim sana diye, ben de gulceye diyorum sorrento, mornington dunyayi gezdirecegim sana diye. evet sorrento, mornington demisken ilk duraklarimiz bunlar oldu. daha once yazmistik ama yine tekrarlayalim, siz simdi okumamissinizdir, tembel tenekeler, melbourne bir ic denize sahip ve bu ic denizin en sag ve sol uclari, okuzun boynuzlari gibi, nerdeyse birbirine degecek kadar yakin, bir nevi deniz bir halkanin icinde, heh bu uclardan biri de sorrento adinda bir kasaba, bulundugu yer de mornington peninsula, yani yarimada olarak gecmekte. aslinda biz buralara daha once gelmistik, cok begenmistik, bir gun araba alirsak buralara kahvaltiya geliriz demistim gulceye, o sebeple ilk gezimiz buraya oldu. oturdugumuz mahalleden yaklasik 100 km kadar uzakta, yaklasik bir bucuk saatlik bir araba yolculugu ile ulasiliyor bu cennete. sorrento cok guzel bir sahil kasabasi. bir yarimadanin tam ucunda oldugundan dolayi bir yani okyanusa bir yani ic denize bakiyor. diger tarafa arabali vapur seferleri de var, diger taraf derken zincirlikuyu degil tabi, bahsettigim halkanin diger tarafi, diger boynuz, queenscliff.

neyse efendim sorrentoya vardiktan sonra merkezin girisi sahilden, boyle muhtesem guzellikte cam agaclari kondurmuslar denizin tam onune, onlarin onunde de bir iki mekan, kahve, kahvalti falan filan. burada kahvalti yapabilirsiniz, ama cok matah degildi bizim tercihimiz, sadece denize olan konumu mukemmel, boyle yerlerden cok performans beklememek lazim okuyucu. ama sorrentonun ici yani merkezi guzel, bir suru tukkan var tam yazlikci kasabasi. zenginiz biz diye boguruyolar, evler falan sato buyuklugunde. ama bu zenginligin icinde mesela okyanusa bakan tarafta back beach diye bir yer var, sorrentonun okyanusa bakan tarafi, burada bir cay bahcesi var, git otur orada cayini ic okyanusu, dalgalari izle okuyucu yap bunu, pisman olmazsin.

sorrentoyu hatim ettikten sonra dedik hadi yemek yiyelim falan, atladik red hill denen kizil tepelere gittik. burasida ormanin icinde onlarca sarapevinin, ciftligin falan bulundugu bir doga harikasi. bu sarapcilar da gelen gecen bos donmesin hesabi, lokanta falan da aciyorlar, bunlarin birinde yemek yedik, isim vermim efendim, foxies diye bi yer olmasi lazim, gitmeyin, daha guzel yerler bulursunuz valla.

boyle iste okuyucu, ilk seferimiz yapinca bize bi guven geldi. dedik her hafta gezelim anasini satiiimm, bizim neyimiz eksik lan. tecrubemiz eksik tabi. ama yol yabmadan nasil gelecek o tecrube di mi akilli okuyucu. biz de oyle dusunduk ve bir sefer daha yaptik, bu sefer sevgili victoriamizin marysville denen kasabasina dogru. aslinda bu kasabada ne var ne yok hic bilmiyoruz. evden ciktik, gaza bastik, gidelim olmadi bir cay iceriz. yol ustunde healesville diye harika bir kasabada mola verdik. aslinda gittigimiz yer bir bucuk saat mesafede ama olsun artislik yapalim biraz karsimmm, yoruluyoh biliyon mu gaz fren hesabii. evet ben orada kamyoncuya evrildim bir anda, gordugunuz gibi. ha kamyoncu dedim de buranin yollarinda acayip kamyonlar var okuyucu. bir kere melbourne-adelaide arasini otobusle ve gece yolculugu yaparak gecmistik, iki, uc mola verdik o ara. her mola yerinde bir kamyonlar geliyor, aman yarabbi, volvolar, renolar, manlar, ismini bilmedigimiz aussie kamyonlari falan. iclerinden 20-25 arasi, parmak arasi terlikli gencolar iniyo, amk cok komik adamlar bunlar ya. rahat adamlar. hah ben de onlara bagladim demin yazarken. kamyon guzel sey ama siz de sevin, ama oyle damperli, insaat kamyonu degil, tir sevin, dorseli boyle.

healesville tam yasanacak yer haci. hesaba bir kac milyon dolar aticaksin, keyfine bakacaksin. biz simdilik sadece kahve ve ekmek alip, sonra fakirhaneye geri donuyoruz. neyse moladan sonra marysville denen yere gazladik. harita iki kasaba arasini yarim saat gosteriyordu, oyle de oldu. ama nasil oldu okuyucu. aman yarabbi bir yola girdik, iki tarafi kocaman agaclikli bir ormanla kapli, gokyuzu yok, fantastik film gibi bir yol, tek seritli, bol virajli, kah hayran hayran bakarken kah virajlarda karsidan araba gelmesi ile gerilimli anlar yasatiyor. ama yok boyle bir keyif, marysville kasabasina vardigimizda sadece o yoldan gecmek icin oraya gidebilecegini dusundum. marysville’de yeme icme anlaminda bir sey yoktu, varsa da biz bulamadik, ama sculpture garden denen bir yer vardi, agactan oyma heykeller falan. giris sadece nakit imis, on dolares, gulceye dedim onbes verim bana da bi cay al, sen de gez bakalim sanat islerini. ben kapida fayans saydim anlayacaginiz, icerde ne var ne yok gulce gordu. kosa kosa geldi, oggglummm cok iyiymis yeeaa diye ballandira ballandira anlatti.

iste boyle okuyucu, ufomuo’nun dedigi gibi, run forrest run diyerek basladik gezmeye(once otobuse binen yasli teyzeler gibi pissmmiilllaahhh dedik tabi, hatta pisssmii..)

son olarak ne olacak bu fenerin hali demiyorum, beter olalim amk.

hade bakalim, saglicakla kalin bozkirin tezeneleri.

 

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s