en son hazırlıklarda kalmıştık sanırım. bu yazıyı biz diye değil ben diye yazacağım. sadece tayfun olarak. tayfun’un avustralya’ya geliş macerası olarak. artısı ile eksisi ile. tabi yine de biz olmaktan çıkamayacağım bazen. sonuçta bu tek kişilik bir karar değildi.
hazırlıkları yaptık, bavulları yerleştirdik. emirates ile dubai aktarmalı avustralya-güney avustralya-adelaide havaalanına ineceğiz. öncesinde neler yaptık.
bütün arkadaşlarımızla görüştük uzun uzun. yapmak istediklerimizi yapmaya, istanbul’da son kez göreceklerimizi görmeye çalıştık. ve harekete bir kaç gün kala bir veda yaptık. kadıköy’de sevdiklerimizle barlar sokağında vedalaştık, finali değişiklik yapıp rock pub’da yaptık 🙂
ailem giresun’da yaşadığından bir kaç ay önce yanlarına gidip kendilerini ziyaret ettik, verdiğimiz kararı bildirdik, birlikte zaman geçirdik. son bir kaç ay göztepe’de ki evi kapatıp gülce’nin ailesinin yanına kartal’a yerleştik. böylece o da ailesi ile daha fazla zaman geçirme imkanı buldu.
ve hava alanı günü geldi çattı. aileleri herhangi bir duygusal patlamaya karşın uzak tutup, bir kaç yakın arkadaş eşliğinde Atatürk hava alanı dış hatlara geldik. oturum iznimiz olduğundan yurt dışı çıkış harcı ödemememiz gerekiyordu, ama sağolsun türk polisi son kıyağını yaptı onu da ödedik.
yaklaşık 21 saatlik yolculuktan sonra adelaide hava alanına indik. emirates boeing 777-300er model uçağı ile bizi hiç sorunsuz indirdi. aslında farklı bir başlık olarak bu uçağı anlatmam lazım. yolculuktan dokuz ay önce incelemeye başlamıştım. öyle ki insanlar benimle dalga geçiyordu 🙂 ama hakkını verdi bu cici kuş. uçak yolculuğundan korkan benim gibi bir adama bile uçuş zevki nedir yaşattı. burada emirates’in de hakkını vermek lazım.
saat gece on bir gibi hava alanından adelaide’ın norwood semtindeki air bnb ile kiraladığımız evimize geldik. gece uyuruz, jet lag yaşamayız diye düşündük. on ikide yattık. gece üç buçukta kalktık. fal taşı gibi gözlerle. sabahı zor ettik. üç gün daha böyle geçti. gece üçte uyanıp ertesi gece on ikide yatan yaşam formlarına döndük. yaklaşık bir hafta oldu. şimdi iyiyiz 🙂
avustralya nasıl bir yer, insanı nasıl, havası nasıl, doğası nasıl kısımlarına gelelim. insanı insan. sokakta yürürken yüzleri gülüyor, selam veriyor. bir adres soruyorsun, on dakika anlatıyor, sanki uzun zamandır tanıyor seni de görmemiş uzun zamandır. herhangi bir dükkana giriyorsun, otobüse biniyorsun, görevli kimse önce bir selam veriyor. bunlar gerçek. benim bunları mal bulmuş mağribi gibi anlatma sebebim ise bunlara aç oluşum. insana, medeniyete, ahlaka açım. sevgiye, saygıya açım. memleketten bu sebeple gelmedik. bir hayaldi bizimki. ama gelince de bu açlığımı farkettim. bunu tartışmak istemem kimseyle.
adelaide avustralya’nın özeti gibi. sakin, sessiz, her şey elinin altında. her semtinde marketi, eczanesi, lokantası mevcut. ve her adımda kafeleri. merkezi sayılan rundle mall’un çevresi her ülkeden lokantaları ve damak tadını barındırıyor. nargileci de buna dahil 🙂
sahil için ise glenelg’i tercih ettik. uçsuz bucaksız bir plaj, harika bir okyanus. kimsenin kimseye karışmadığı güzel insanlar. sahil önünde oteller var ama plaj kesintisiz halkın ve ücretsiz.
biz sürekli her şeyi liraya çevirdiğimiz için bazı şeyler pahalı geliyor. belki kendi içinde bile pahalı. örneğin su. şişe su pahalı ama musluk suyu içilebiliyor. ben otuz yıldır ilk defa musluk suyu içtim. meydanlarda ve belli yerlerde halka açık çeşmeler var. buralarda bile yazılar var. suyunuzu buradan doldurun, şişenizi arada değiştirin diye. şarapları çok ucuz ve çok lezzetli. alkol için ayrı marketleri var. burada her şeyi bulmak mümkün. her mağazanın çalışma saati kapısında yazıyor. hafta sonları daha az çalışıyorlar. çok mantıklı olarak çalışanlarında sosyalleşme ve dinlenme ihtiyacı var.
her tarafta devasa parklar var. bunlara ek olarak bir de botanic garden var. ve doğal ortamlarında yaşayan hayvanların olduğu bir hayvanat bahçesi.
yazacak, çizecek çok şey olacak. neler yaşayacağız, neler yapacağız, ne kazanıp ne kaybedeceğiz bilemiyoruz. dedik ya bu bir hayaldi diye. aynen öyle. bir umut yaşatan insanı.
çok şey yazacağım ama şimdilik şunu bırakıyorum buraya, can yücel anlatmış işte;
“başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava…
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka…
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgârda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince”
yazıyı yazarken dinlenen şarkılar;
adele – someone like you
blind guardian – bard’s song
grateful dead – uncle john’s band
bulutsuzluk özlemi – yine düştük yollara
Takipcinizim. Cok guzel bir yazi olmus, lütfen yazmaya devam edin 🙂 bizi habersiz birakmayin. elinize yüreginize saglik, bol sans diliyorum
Teşekkürler. Gücümüz yettiğince, dilimiz döndüğünce anlatacağız. Hepimiz için bol şans ve güzel dilekler.