Deutsevanklifkşreen

Selamlar okuyucu,

Pasifik güneşinin, rüzgarının, palmiyelerinin ve şahane dalgalarının altında pazar mayışması yaşayan bloğunuz vakitlice online, vakitlice on the air. Fonda yazarınız tayfun’un son zamanlarda izlediği en şahane dizi slow horses’ın soundtracki Strange Game çalıyor. Mick Jagger babanın diziyi izlemenize gerek yok, alın günde üçbin kere dinleyin, size yeterde artar bile amuğagoduklarım diyerek icra ettiği harika, şaheser ve bilumum övgü cümlesi.

Pzarları mayışıyoruz mütemadiyen. On bin yıllık insanlık tarihini değiştirecek değiliz, yapılanlarla çok mutluyuz. Bana göre şu güne kadar yaptıklarımızla bi onbin sene daha idare edebiliriz. Daha fazla icat yapmaya, gelişmeye, kendimizi geliştirmeye gerek yok. Biranızı alın ve köşenize geçin. Bira demişken, günün ilk birası eşliğinde açılışı yapan bloğunuz yayında demiş miydim?

Gülcede ordan bana sesleniyo, okuyucuya yalan söyleme, günün ilk birası değil diyo. ulan benim okuyucuya yalan borcum mu var, ilk bira değil ikinci olsun senin güzel hatrına. Yolda gelirken de içmişim ya, onu diyo. Ne yolu mu? Anlatayım. Malı arap faikten alıyoruz, Adapazarına kadar ben kullanıyorum. Ne anlatıcam ya, sen kaçırdın sen anlat.

Çok uzun zaman oldu be okuyucu her zamanki gibi. Olayı, şusu, busu bitmiyorki memleketin, oturup iki çift laf edelim. Sanki suçlu gibi hissediyo insan. Bizim tembelliğimizle de birleşince yılda bir yazı çıkaran, alkolik ve tembel bir bloğa dönüyoruz. Halbuki ne maceralar yaşanmıştı be. Fiyuuuu, neler neler. At yalanı sikim inanı dedin sanırım okuyucu. Yalancıyı sikseler kucaktan inmezdin diye ekledin mi? Canın sağolsun. Ben de yalanların farkında olduğumdan sesimi çıkarmadan biramdan bi yudum daha alıp, kıh kıh kıh diye güldüm kendimce. ama senin bu küfür problemine bi çare bulmamız lazım.

Ne diyordum, maceralar. Avustralyayı, ilmek ilmek adeta bir oya gibi işleyen bloğunuz vakitlice yayında. beyaz yakalı çalışıp, bulduğu tatil fırsatlarını on the road heşteği ile süsleyen vakitlice yine masraftan kaçınmadı, benzinini koydu, kahvesini, suyunu, matarasını aldı yollara düştü.

Geçenlerde gülce değişiklik olur, ben şöyle bi aile ziyareti yapayım diye memlekete gitmişti. Ben de haliyle evde tek kaldım. Evde tek kalan her erkek gibi, hemen arkadaşlarımı çağırdım, play station, tekila, bira, dürümcü çocuk ekseninde bir evren kurduk kendimize. Avengers gelse, geçin abi sıraya adınızı yazdırın, turnuva başladı, midye dolmalar yolda, romayı tayfun aldı, kendinize başka takım bulun replikleri ile süslenecek anlar yaşanabilirdi. Ama yaşanmadı. Çünkü benim öyle bir arkadaş ortamım yok. Vardı. Yukarda yazılanlar da yaşanan gerçek anların bir yansımasıydı. Avengers kısmı dahil. Ama yalnız ve ayı olarak geçirilecek günler demekti gülcenin gitmesi. Halihazırda çalışıyorum, hafta içini öyle hallederiz, hafta sonu da köşedeki tekelden alır biraları, eski güzel günlere içerim diye hayal kuruyordum. Sonra bir akşam telefonda haritalar uygulamasını açıp, kendime haritadan yer beğenmeye başladım. Uzun zamandır haritalarda favorilere attığım eski bir pub vardı. Lan dedim, neden olmasın, gider gelirim, nolcak ki?

Ebenin amı olacak tayfun. Sekiz saat gidiş, sekiz saat dönüş, queensland çöllerinde, hiçliğin ortasında bir tek pub. Nindigully Pub. 1864 yılından günümüze ayakta. Bana işi ayarlayan cranberries sevdalısı arkadaşıma bahsettim, istersen gel, çoluk çocuk kafan şişmiştir, iki nefes alırsın dedim, yemin ediyorum, daha saniyesi dolmadan geliyorum, yer ayırtayım diye mesaj attı. Sonra da bana diyo ki, ya sen tek giderim, kendi kendime takılırım diyosan hiç gelmim. Geç lan geç eşek sıpası dedim. St george diye bi kasaba var bu nindigully pub’ın yakınında, oradan yer ayırttık. Jacaranda motel. İki gün boyunca çöl yollarında, uçsuz bucaksız pamuk tarlaları arasında, yangınlardan sağ kurtulamamış ama hala ayakta olan ormanların içinden geçerek sürdük arabayı. Birbirimize, çocukluğumuzdan, gençliğimizden, şimdimizden ve geleceğimizden bahsederek. Çölün ortasında evlerinin bahçesine tek pompalı benzin istasyonu kuran insanlardan benzin aldık, roadhouse adı verilen hiçliğin ortasındaki bakkallardan sudur kahvedir temin ettik.

Bu geziyi yapmadan önce Brisbane’da Ekka adı verilen hayvancılık festivaline katıldık. İnsanların zamanında hayvanlarını ortak pazarda sergileyip satış yapmak için kurdukları organizasyon zamanla bir şenliğe dönüşmüştü, daha sonra ise eyaletteki resmi tatillerden biri olmuştu. Eyaletin her yerinden ürün satışı yapmak için gelenlerin kurduğu stantlar, lunapark, yeme içme yerleri, odun kesme yarışları-inanılmaz zevkli- vs ile inanılmaz tatlı bir ortam olmuştu. İşte burda bizim nindigully pub’a gidince kalacağımız st george kasabasından bir şarap markası gelmişti. Ayak üstü sohbet ettik. Kadına yakında st george’a geleceğim dedim, kadın bana sadece “neden” diye sordu. Eeeee eeee diye kalakaldım. O neden sorusunda bi sarkazm vardı çünkü. Neyse kendim gidip görünce kadına hak verdim. Çölün ortasında, nehir kenarında, üç pub, iki banka şubesi ve bir marketten oluşan yarrak gibi bir küçük kasaba işte. Muhtemelen çevredeki madenlerde çalışan ihtiyaçları için kurulmuş. Nindigully pub’a gittiğimiz gün bir de australian rules sporunun-buralarda futbol olarak anılan oyunlardan biri- grand finali vardı. Otel odasında bira içip izledik. Ertesi sabahta kahvaltımızı edip muhteşem çöl, pamuk, yanık orman yollarından geri döndük. Arkadaşım bize üç saat uzakta oturuyo, dönüşte onu bıraktım, eşi, nohut pilav yapmış, sağolsun, onuda saklama kabında aldım, eve döndükten sonra yol yorgunluğu biralarından sonra nohut pilav turşu yaparak küçük yol zaferimi kutladım.

Peşpeşe sekiz on kere strange game-mick jagger ayarlamıştım, onlar bitti, et moi, et moi, et moi adında başka bir muhteşem şarkı başladı. bunu da şöyle keşfettim. Yine gülcenin olmadığı, play station, tekila, bira, dürümcü çocuklu günlerdeydim. Yani evde oturmuş tek başıma bira içiyordum. Netflixde izlemek için bir şeyler arıyordum. Ya buna almanlar hala bir kelime bulamadı mı ya. Deutsevanklifkşreen. Ne demek? Netflixde amaçsızca dolaşırken uyuya kalmak. Güzel. Devam. Hayatımda daha önce adını hasbel kader duyduğum bir adamın belgeseline denk geldim. Anthony Bourdain. Roadrunner belgeseli. Şu an Jack Kerouac’tan tahtı aldı. Rock n roll yaşamak ne demek anladım. Bütün belgeseli nefessiz izledim. Öylesine hayran oldum ki anthony abimize, hemen yutubdan programlarını açtım izledim. Türkiyeye geldiği bölümlere baktım, gezi zamanı uğramış reis, sağolsun. Gülceye hemen mesaj attım, gelirken üstadın mutfak sırları kitabını getir diye. Sağolsun, buldu getirdi. Soluksuz okudum, bir daha hayran oldum. Hani bazen şey hissi gelir ya, imkan olacaktı ki ne yaşardım be, rock n rollun tillahı olurdum vallâhi diye, şimdi demiyorum, anthony abimiz öyle tatlı yaşamış ki, ben zaten o kadar güzel yaşayamazdım imkan olsa da.

Pazar öğleden sonra mayışıyoruz diyodum. Gülce de kiraz atıyo ağzına yanımda. Yan yatarak üzüm yiyen roma imparatoru hesabı. Yoldan geldik, yüzler kiraz gibi kızardı. Nerden mi geldik? Rainbow beach. Gökkuşağı plajı. Sonsuz uzunlukta, pasifiğin tüm dalagalarına ev sahipliği yapan bir yer. Çok küçük ama inanılmaz enerjili bir merkezi var. Bir de heralde bizim bilmediğimiz bir takım coğrafi olaylardan oluşmuş plaja dikey inen kum yarıklarından oluşan tepeler var. Uludağ gibi düşün ama kar yok kum var. Greta sandy diye bir milli parkın içinde. Gidiş dönüş full yeşillikler içinde. Bi de bizim burdan giderken, google sağolsun off road yollarına sokarak götürdü. Mıcırlı, toprak yollarda kah sağa kah sola savrularak gittik, döndük. Ama japonlar sağolsun, öyle basit arabalar yapıyolar ki. Bi yerde arabanın götü bi kaymaya başladı, normalde saat olan ekranda “bilmem ne sistemleri aktive edildi” diye bi yazı çıktı. Biz gülceyle birbirimize bakıyoruz. Vay amuğagoyim falan diyebildim sadece. Bi de dönüşte ormanın içinde bi çiftliğe uğradık. Kendi biralarını yapan, kamp alanı da bulunan, ağaç gölgeleri içinde öğle yemeği servisi yapan harika bi yerdi. Sublime farm&brewery. Aklınızda bulunsun, yolunuz düşerse.

İşte böyle okuyucu. Memlekete christmas ve yeni yıl havası girdi. okul tatilide başladı. Pasifik kıyısındaki küçük kasabamıza fuckin turistler gelmeye, marketleri yağmalamaya başladılar. Biz burada yabancıları sevmeyiz dostum bakışlara atsakta anlamıyorlar. Alıyorlar sosislileri, biraları, şarapları parklarda beleş mangallarda pişirip, yiyip içerek günlerini gün ediyorlar. Neyse devam etsinler bakalım, alsınlar versinler ekonomiye can versinler. Sen de kendine dikkat et okuyucu, havalar soğuyo, kalın giyin, atkını bereni eksik etme. Netflixde izlemek için bir şey ararken, ağzının kenarından akan salyalarla uyuyacağın huzurlu pazarların olsun, selam olsun.

1 comments

  1. We’re insured by the MAFIA, you hit us – they hit you Haritanın önünde durduğun fotoğrafta arkandaki yazıdan :))
    Nindigully’de işler böyle yürür.

Yorum bırakın