*yazıyı yazarken oluşturduğum spotify listem
daha önce çeşitli şekillerde yaşadığım semtin dışına çıkmıştım. semtten dışarı çıkmak bile bir sorun olabiliyor bazen. düşünsene bilmediğin sokaklar, evler, insanlar, adresler. bir de bunun memleket değiştirmesini düşün? dilini bile bilmediğin bir memlekette, sokaklar, semtler, insanlar, her şey sana yabancı. neyin nereden nereye çıkacağını bilmediğin gibi, sorabileceğin insan da mevcut değil. mevzu buraya gelince o memleketin dilini öğrenmek de farz oluyor haliyle. bugüne kadar öğrenmemiş olmak benim kabahatimse de türk eğitim sisteminin buradaki payı da yadsınamaz açıkcası. ha gülce biliyor, çatır çatır konuşuyor dersen bak orada haklısın.
neyse bana kalmadı eğitim sistemimiz. zaten şu okullar olmasa çok da güzel yönetirdim maarifi diyen bakanların olduğu ülkede bana laf düşmez. bir şekilde coğrafyanın değişmesi sonucu kafa kağıdımız bu kadar eskimişken okula da başladık. şimdi okullu olduk, sınıfları doldurduk diye kazık kadar adamlarla birlikte öğrenmeye başladık. önceleri özgüvenimi kaybettiğimden sıfırdan başladım. her ne kadar küçük bir teste tabi tutup, birinci seviyeden iyisin, ikinci seviyeden kötüsün ama bizim o arada malımız kalmadı, çocuğu gönderelim yandaki esnafa sorsun deselerde ben birinci seviyeyi tercih ettim. günler geçtikçe kendi haklılığımıda görmüş oldum. bilmediğim onlarca şeyi atlayıp, bir ileri seviyeden devam etsem heralde vat iz yor neym demeyi bile unutabilirdim.
neyse bir şekilde başladım okula. aslında tam bir okul değilde, yetişkinler için dil ve adaptasyon kursu diyebilirim. avustralya insanlarının dillerini öğrenirken bir yandan da kültürlerini öğreniyoruz. ne yerler, ne içerler, nasıl yerler, nasıl içerler, hafta sonu ne yaparlar falan. o kadar kozmopolit bir ülke olunca sınıfta kozmopolitliğin dibine vuruyor haliyle. somali, etiyopya, eritre, vietnam, çin, ukrayna, venezuela, brezilya, lübnan, ırak, iran derken küçük bir üçüncü dünya birleşmiş milletleri çıkartabiliyoruz aramızda. hepsi bir şekilde benim gibi adaya ayak basmış, dil ve kültür öğrenmeye gelmişler. en başlarda nasıl olacak, nasıl anlaşacağız derken birinci ayın sonunda çin’li ve ırak’lının ders bitene kadar muhabbet etmelerini ve hocanın onları sürekli uyarmasını görünce ben de şaşırdım artık. lan hem dilini bilmiyosunuz, hem de sürekli konuşuyorsunuz. lan ne konuşabilirsiniz? ama yok susmuyorlar. bir süre sonra biz de aynı kıvama geldik. çat pat konuşuyoruz, önceleri kelime kelime olan anlaşma şekli, şimdiler daha mantıklı cümlelere bıraktı kendini.
sonuçta okul bitince hadi türkçe’ye dönelim diyemiyorsun. burada yaşıyorsun, adapte olman lazım. bu sebepten sonsuz pratik imkanımız var. nikılıs, nikılıs bizimkisi pratik yapmayınca unutulan dil diye dolaşıyoruz ortada umut sarıkaya karikatürü gibi.
eklemek istediğim bir nokta da avustralya insanlarının konuştuğu ingilizce çeşidi. abi bana kimse avustralya’lılar ingilizce konuşuyor dedirtemez. yok, tamam ben bilmiyorum ingilizceyi ama az çok bir okul okumuşluğumuz, iki yabancı film, dizi izlemişliğimiz vakidir. adamlar dilde sadeliği yanlış anlamışlar. her şeyi kısaltalım hacı demiş bi gün birisi, bütün toplum bu deliye uymuş resmen. eğer burada bu dili öğrenirsem, dünyanın geri kalanı ile aynı ingilizceyi konuşamayacağım sanırım.
dili öğrenirken bir yandan da sınıf arkadaşlarımızla daha da kaynaşıyoruz haliyle. böyle farklı kıtalardan, farklı dillerden bir sürü arkadaşım olmuş oldu. bunun tadını anlatamam sizlere. ne kadar farklı insan olabileceğini, birarada yaşamanın ne kadar kolay olabileceğini gördük bu sayede.
burada yaşamanın zorlukları yok mu? illaki var. ama kolaylıkları ve getirdiği huzur duygusu daha kuvvetli.