Selamlar okuyucu,
Yaz sıcağının kavurduğu tenimizle, eda taşpınar gibi selamlar hem de. Bronzlaşmak için üretilen krem markalarının bile biz böyle bir şey görmedik diyip, şirketi kapatıp hırdavat işine girmesine sebep olan eda taşpınar gibi hem de. Ülkece derdimizin eda taşpınar olması gerekirken nureddin nebati konuşmak zorunda kalmak ne acı. Ne çok eda taşpınar dedim, yıllık eda taşpınar kotasını doldurdum. Halbuki ne çok nureddin nebati diyecektim. Çünkü ben nuredddin nebatiyim, sen nureddin nebatisin, onlar nureddin nebatiler. Ama olamazlar. Çünkü o nureddin nebati, nureddin nebati gibi konuşmak, yaşamak, saçmalamak zorunda. Sanki geleceğe dönüş filminde marti mcfly ve profesör 2002 ye gidip, nureddin nebatiye, nureddin nebati kendini hazırla, 2021 yılında ülkenin sana ihtiyacı var derken, nuredddin nebatinin, ne, ama nasıl sorularına, vaktimiz az, deloreanın yakıtı bitiyor, sen nureddin nebatisin, öyle düşün demişler gibi. Adam o günden beri tekrar ediyormuş, ben nureddin nebatiyim diye. Ne çok nureddin nebati dedik, eda taşpınarın hatrı kaldı.
Ekonomisi bozulan yalnız ve güzel ülkemiz için üzülüyoruz. Kifayetsiz muhterisler yönetimi ele geçirirse ne olurun 20 yıllık fragmanı. Her seçim için bu sefer tamam desek de bu sefer garanti gibi, gidiyorlar ve orta çağ savaşlarında geri çekilen şerefsiz ordular gibi, yaka yıka, darmadağan ede ede gidiyorlar. Neyse rakı masasında konuşulacak konular bunlar, sözcü gazetesi değil burası, küçük yılmaz özdiller değiliz biz de. Enter tuşumuz kırık, istesek de olamayız.
Bir bira açıp, verandada oturuyorum. Sabah beşte kalktık, noosa kasabasına gidip, nehirde kano yaptık. Daha doğrusu gülce yaptı, ben kenarda fiti fiti yürüyüp bekledim. Sabah beş dünya için mükemmel bir zaman. İnsanoğlunun uykuda olduğu, havadaki oksijenin mesai başlamadan kahvesini içip, bize daha mükemmel oksijenler olarak geldiği zamanlar. Tam bir sabah insanı olan ben ve yavaş yavaş uyanalım, yedi gibi başlasak, on gibi ayakta oluruz insanı gülce. Zıtların birlikteliği güzel kardeşim.
Noosa kalabalıktı. Aşılanmada yüzde seksen oranı yakalandığı için eyaletler arası sınırlar açıldı. Zaten tatil mevsimi. Avustralya insan seli. Herkes yer değiştiriyor. Daha öncede yazmıştım, coğrafya o kadar güzel ki herkes diğerinin yaşadığı yere yazlık muamelesi yapıyor. Ama noosa bir başka. Dünyadaki cennet, sanki olimpos, bodrum, kaş, tirebolu gibi. Biz de güneye yerleşen beyaz yakalılar gibi olduk. Fakin turistler siz gidince gireriz biz denize. Dünyanın en güzel tribi. Ayhh bastılar şekerim her yeri, eylül gibi inelim denize. Tüm o büyük şehirden gelenlere tiksinerek atılan bakışlar, salatalığı domatesi alırken esnafa biz hep buradayız hesabı laf atmalar.
Noosada çiftçi pazarı vardı bugün, farmers market. Brisbane’da tanıştığımız Ricardo/Richard adında bi eleman vardı, pazarda biber satıyor. Dünyanın her yerinde yetişen biberlerden ekmiş tarlasına, bizim sivri biber de vardı. İlk görünce şok olmuştuk. Memlekete dair özlemlerimiz çok okuyucu, ama en başta sivri biber ve taze fasulye gelmekte. Hafta sonu kahvaltısında ortasından kırılan sivri biber lüks bize. Melbourne’de türk marketleri vardı, bir nebze bulabiliyorduk ama Brisbane’da Ricardoyu görünce çok sevinmiştik. Kendisi bize iletişim bilgilerini verip, gideceği pazar yerlerini söylüyor, sivri biber var mı yok mu bilgi veriyor sağolsun. Bugün pazara domates satmaya gelmiş ama bize özel iki kilo biber de getirmişti. Tezgahta biberi kırıp, kokusunu öyle bir içime çektim ki, chanel no 5 reklamındaki marlin monroe gelse, yatarken ne giyiyorsun dese, türk işi sivri biber derdim. Tabi ben kendimi kaybedince tezgahtaki diğer müşteriler gülmeye başladı, ricardo da durur mu yapıştırdı espriyi, bunlar sivri biber bağımlısı, ben de torbacılarıyım hesabı. Bak çakala bak, üzerimize oynayıp, karı kıza espri kasıyor. Gavur işte. Kjbılkvn.
Christmas geliyor. Koca kıtanın en güzel zamanları. Gülceyle bayramlarımızı konuşuyoruz her sene bu zamanlar. Kurban bayramına kavurma sebebiyle bir sempatim olsa da ramazan bayramlar arasında daha bi öncelikli sanki. Koca bir ay oruçla geçen bünyenin, kahvaltıya olan iştahı, gerçek bir bayram hissiyatı. akrabalarla buluşma, baklava, börek. Ama asıl bayram çocuklar için sanki. Büyüyünce tadı kaçıyor mu ne. Bilemiyorum. Bayramı bayram yapan, kişinin mutluluğuyla, toplumun mutluluğunun ortalaması gibi. Bu yüzden christmas mevsimi avustralyada güzel zamanlar. Mutlu insanlar, mutlu yüzler, ışıklarla süslenen evler, tatil heyecanı, mangalda karides yapma telaşesi, aileyle yenen uzun öğle yemekleri, biz bi sikim anlamasak da halkın yoğun teveccühüyle kriket maçları, uzun ve hiç bitmeyecekmiş gibi gelen öğleden sonraları, dalgalarla oynamak, bir bira ya da bir kadeh beyaz şarap daha, radyolarda durmadan çalan christmas şarkıları ve en güzeli olan Paul Kelly-How to make gravy.
Yabancı milletlerin her şeyine gavur damgası vurulması ile büyüyen bir nesil için fazlasıyla huzurlu bir christmas tanımı oldu farkındayım. Ama gerçeği bu ve bu akışa kapılmak kişinin kendisine ait bir karar. Korkmayın kimse kafamıza silah doğrultup, kutla ulan demiyor. Evin önüne yanıp sönen renkli ışık kurmak bize yaşama sevinci veriyor, konunun dinle olan bağlantısına takılmıyoruz. Ayrıca noel baba da antalyalı zaten.
Altı yılın sonunda kanka kişisine yaptığım baskılar işe yaradı ve kendime kitap siparişi verdim. Türkçe basılı neşriyata hasretiz kardeşim. Karl Ove Knausgaard’ın kavgam serisinin son kitabı “son” geldi mesela. Bin sayfalık bir şaheser. Daha okumadım şaheser mi bilmiyorum. Ama önceki beş kitap harikaydı. Bununda öyle olacağından şüphem yok. Bir norveçli ile kurduğum bu bağı çok sevdim. Dünyanın bir yerlerinde aynı dili konuşmasak, hiç karşılaşmasak bile bizimle aynı kafa yapısında insanların olması güzel geliyor. Ama bu insan bir yunan, ispanyol, italyan ya da güney amerikalı olsa, ok be abi, aynıyız zaten derdik, norveçten, kuzeyden çıkınca, öğrenilmiş katı tutumumuzla, onlar soğuk insanlar abi demeyi seviyoruz. Aynı şekilde yine norveçten Jo Nesbo okuyorum. Polisiye yazıyor abimiz. Harry Hole adında bitik bir polis memurunun maceraları. Nordik Behzat Ç.
Çok yabancı övdük, avustralya ülkü ocakları evi basmadan türk övelim. Var öyle bişi. Melbourne’de tabelasını gördüm, Melbourne ülkü ocakları, yiğidin harman olduğu yer. Gurbette olunca güzel geliyor, gidelim iki çay, sigara içek desek boş çevirmezler gibi sanki. Neyse, ne diyordum türk övelim. Nba’de Alperen Şengün adında yeni bi temsilcimiz var. Bu çocuk olur okuyucu bak, all starda olur, starın tillahi olur. Koçum benim be, 28 numaralı formasıyla memlekete de selam çakıyor. Yolu açık olsun, yıllar sonra nba’de oyuncu takip ediyorum valla, ne yapacaktık gardaş, bitik fenerbahçeyi mi takip edecektik. Hay ali koç vizyonuna sokam senin.
İkinci biramı bitirdim okuyucu, güneş vuran ağaç yapraklarına dalmış düşünüyordum, ne yazsam diye. Bazen öyle oluyor çünkü, bilinç akışı lazım. Eskiden güneşli, sıcak zamanlarda doksanlarda yayınlanan bir coca cola reklamına gidiyordum, asfalta yapışmış botuyla yol kenarında oturan çocuk, asfaltta pişirilen yumurta falan. Artık aldığımız yaşlar ve kilolarla ve edindiğimiz tecrübelerle başka şeylere gidiyorum. Fatih Akın’ın Crossing the Bridge: The sound of İstanbul filmine gidiyorum mesela. Belgesel diyelim, film değil. Aklımızdaki, kalbimizdeki istanbulun ve istiklal caddesinin son zamanları. Elindeki balyozla üstümüze siyasal islam saçan yavşaklar ele geçirmeden önceki son demler. Eskiyi ve nostaljiyi konuşmayı çok seviyoruz biz. Hep kendimizle ilgili hikayeleri anlatıyoruz birbirimize. Daha geçen gün parasız kalıp eve dönmek için minibüs ve otobüs şöförlerine yalvardığımız anılarımız anlattık birbirimize, 1238. kez falandı. İyiki bizimle arkadaş değilsin okuyucu. İnanılmaz kafa sikiyoruz çünkü. Bizim aldığımız zevk baki, orda sıkıntı yok. Ama bazen kendimiz bile goygoyunu yapıyoruz, kendi aramızda, sadece bizim anladığımız bir dilimiz oluştu. Filimleri, dizileri, şarkıları, kitapları, biraları, şarapları kendimize yoldaş yaptık. Araya güzel insanlarda sıkıştırdık. Bu insanlardan bir kısmı sağolsunlar, nostaljine ve geçmiş hayranlığına sokarız dediler ve bizi ziyaret etmeye karar verdiler. Christmas ve yeni yıl kutlamalarını birlikte yapacağız. Rakılarımızı içip, masayı küçük bir sözcü ve cumhuriyet gazetesine çevirip, ülkeyi kurtaracağız, aslında evrende bir toz bulutuyuz diyeceğiz, masanın temposu düşünce, bu masanın bir ufağı var diyip küçük çocuklarını masaya atacağız.
Yılın bu zamanları yazarlar genelde geçmiş yılın muhasebesini yaparlar. Ama biz onlardan değiliz. Eğer muhasebe yaparsak borçlu çıkarız. Biz geleceğe bakmayı seviyoruz. İçilecek biralara, kafamız güzel olunca şükür be bugünümüze demeye. Veranda da durup günün ilk birasını açmada hedef 2022. Hikayemizi aynı hevesle, nostaljiyle, kafa sikmeyle anlatmaya devam ederiz işalla. Kendine iyi bak okuyucu, mıtlı yıllar olsun.







gunahkar avustralya sokaklarinin tovbekar cocugu tayfun kardesim, beyin yakan yazilarin, on numara. bol biberli bir 2022 yili dilerim.
Eyvallah Satoshi, yılların en güzeli olsun hepimiz için, çok teşekkürler.
Selamlar bozkirin tezeneleri, sivri biber koklaya koklaya subati ettik, yeni yazi bekler dururuz.. Umarim hersey yolundadir.. Sevgi, saygi. hurmetler..