Fella from down under

Selamlar okuyucu,

Nasılsın, iyi misin, halin keyfin, vaktin yerinde mi. İyi olalım ya, çocuklar iyi olalım, aman ha, diyen dayı gibi hissettim kendimi bi an. Günün ikinci birasının açıldığı şu dakikalar itibari ile pambık gibi salonda kanepeye uzanmış tavana bakarak sırıtan iki ruhuz okuyucu biz. Böyle bi seks sonrası hissiyatı gibi düşün, sigaralar yakılmış, biraz önce olan hadise iki taraf tarafından sorgulanıyor gibi. Ama tam olarak öyle değil.

Bir Erkan Oğur konserinde, kendisi anlatmıştı; “Kadıköy’de oturuyorum, tost yiyip, portakal suyu içiyorum, birisi yaklaştı ve müzik on seneye bitecek, hiç bir şey kalmayacak dedi. Portakal suyu içiyordum, müzik bitiyordu.” Aynı bunun gibi bir şey oldu. Gülce eline aldığı kavunu dişliyordu, camdan balinalar geçiyordu. Mal gibi kalmıştık. Kavun yiyordu ya, kavun.

Tabi tam olarak bu kadar spontane olmadı okuyucu. Her yıl ailecek göç eden balinaların mevsimi gelmişti, aylar süren bir yolculuktu. Hepiniz belgesellerde izlemişsinizdir zaten. Biz de izlemiştik. Balina ya, ne kadar heybetli abi yeeaaaa diyorduk hep. Geçenlerde kafam çakırkeyf güzellikte, Gülce desen ondan güzel, doğum günü gibi durumlar var, ulan bu yaşa geldik, gördüğümüz hayvan kedi köpek koala, dur bi de balina görelim diye, ecnebinin whale watching dediği aktiviteye iki bilet alıverdim. Sonra o gün geldi çattı. Gittik izledik. Mevzu bundan ibaret.

Üstüne çok konuşurum da bazen çok uzun anlatıyorum, Gülce-ki bilirsiniz kendisi her konuya dünya bir toz bulutuydu diye başlar- kızıyo bazen, çabuk çabuk diye. Cem Gelinoğlu adlı komik bir arkadaş var, eskiden vine diye bir app varken meşhur olup, bugün güzel filmler yapan bir arkadaş. Onun mükemmel bir videosu var bu konuda. Az önce gerçekleşen bir trafik kazasını tvye anlatıyo, o araba şurdan geldi diye, muhabir çabuk kardeşim falan diyo, bu da bir anda patlıyor, öldüler, öldüler, bir şey anlattırmıyorsunuz amk diye. İzleyin işte, iki biradan sonra çok komik. Bu parodiye o kadar çok gülüyorum ki hayatımızın her anında yaşanıyor zaten bire bir. Aynı onun gibi yapmak istiyorum okuyucu. Balina görmeye gittik.

Ya bak bunu hava atmak için söylemiyorum. Tamam, arada hava atayım, bir kaç like alayım durumum söz konusu. İlgi orospusu olduğum zamanlar var. Ona küçük egolar yap dostum. Ama bu öyle değil ya. Ne kadar mutlu olduğumuzu paylaşmak istiyorum. Çünkü balina denen şey öyle cümle içinde kullanıldığı kadar basit bir etki bırakmıyor insanda. O kocaman varlığının altında, yaptığı her hareketin verdiği esneklik, izlerken gelen mutluluk ve huzur duygusu. Tam anlamıyla bir terapi seansı. O kuyruğu denizin dışına çıkarması, kollarıyla suya vurması, kendini oradan oraya atması, suyu dışarıya vermesi ve daha anlatamayacağım diğerleri. Kendisi suyun altındayken, sadece gölgesinin orada olması bile, insanda aman yarabbi, onu görmüyorum, ama orada olduğunu biliyorum, bu bile bana yeter gibi hissettiriyor. Tanrı gibi düşün yani. Bundan sonra dualarımızı balina dinine yapabiliriz. Seks sonrası sigarası yanında bok yemiş, o derece.

Hayatımda ilk yunus balığını İstanbul boğazında görmüştüm. O ergen halimle ne kadar sevinmiştim anlatamam. Hatta yaralı bir Yunus balığını, sandalla karaya getirip, veteriner, veteriner gezdirmiştik rahmetli kan kardeşimle. Ama çare olmamış, sahil güvenliğe verdiğimiz yavru yunus ölü olarak karaya vurmuştu. Daha sonra yüksek okul okuduğum Rize’de sahilde arkadaş gitar çalarken, uzakta gördüğümüz yunus balıkları, onbeş dakika sonra yanımıza gelmişti, yine öyle bi heyecan duymuştum. Bugün balina gördüğüm anda o duygunun kat be kat fazlasını hissettim. Hayır, türleri yarıştırmıyorum okuyucu. Ama işte, ister istemez bi skala oluyor tabi.

Geçtiğimiz günlerde bizim Başbakan, Amerika’yla bir nükleer denizaltı anlaşması yaptı. Daha önce Fransa ile yapmış, onu bozdu. Fransa bu duruma çok bozulmuş, aman çok da fifi, karşında Amerika var Aslan. Neyse bu Joe biden denen adamla bizim Başbakan-halk arasında Scomo deriz, Scott Morrison- bir de İngiliz ajanı boris basın toplantısı yapıyorlar. Biden konuşurken önce borise sonrada scomoya teşekkür edecek. Ama bunaklığından olsa gerek başbakanın adını unutuyor ve patlatıyor espriyi, “fella from down under” (İngilizce konuşan ülkeler Avustralya’ya down under diye hitap ediyorlar, dünyanın götü gibi bir şey desek olur heralde) Neyse biz de balinalarımıza isim koymayı düşünüyorduk iyi oldu. Bilirsiniz her hayvana bir kod adı veririz. Yarasalara Necmi mi demek, sokaktaki en fazla gördüğümüz kuşlara muhtar mı demedik, arabamıza bile Hilmi diyoruz. O zaman balina dostlarımıza da “fella from down under” demekte beis görmüyoruz.

İşte böyle okuyucu, hayatımızın bu yeni sayfasında o kadar değişik şeyler yaşıyoruz ki, biz bile ağzımız açık izliyoruz. Aslında kendini anlatmayı seven bir blog olarak, anlatacak o kadar çok şey var ki, ama kafamız çok karıştı. Bu kadar şeyi sindirmemiz lazım. Bize biraz daha bira lazım, çünkü çok kafa sikeceğiz. O zamana kadar kafana mukayyet ol bozkırın tezenesi, bize lazım o kafa.

2 comments

  1. Bir çok şey gibi İsmet de Melbourne’da kaldı demek, adını yaşatsaydınız be aga 🙂

    • Adını yaşatmak için bu yolu seçelim dedik 🙂 bütün arabalar ismet değil, olamazlar gibi. Hilmi’de fena değil ama ya. 🙂

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s